20 Aralık 2008 Cumartesi

Sus, Hâmuşân ol...


Sustum, bir ömür sustum. Milyon kere ve milyar kere suskunluğun limanına rüzgâr gibi sağanaklar sundum. Sensizliği bir kenara bırakmak istedikçe kader yine, yeniden seni bana getirdi. Yağmur dualarıyla indin gökten serâser. Mahmuzuma dokunmadan, mızrağımı kırmadan ve atıma koşumları vurmadan bir gölge gibi geldin yeniden. Bir tesadüfün arka planında, bir dostun dudaklarının arasında ve bir şairin dizginlenemeyen lirik mısralarında...


Git demiştim oysa sana, gitmiştin ya hani. Uzun zaman olmuştu ya sen gideli. Niye geldin ki sanki, neden döndün ki? Gelme Yunus diye yaşattığım, gelme yeniden ve beni sürme gözyaşı sağanaklarının onulmaz anaforlarına.


Sustum, bir ömür sustum. Bilmediğim ve bilemeyeceğim, hayat boyu sayamayacağım sayılar kadar sustum. Susturdun beni Yunus diye yaşattığım. Dehhani başlamadı söze, ve Yunus dönmedi yurduna. Şems kavuşamadı Mevlana'sına. Gökte yarım kaldı kavsin ışıkları, ürûca varamadan bedenler nüzulde kaldı cismani cismani. tennureler toprak altında ve ve kebuter açamaz olmuş kanat denen gönül sayfalarını. Kalemler seni yazmaz olmuştu Yunus diye yaşattığım. Git demiştim oysa sana, gitmiştin ya hani. Uzun zaman olmuştu ya sen gideli. Niye geldin ki sanki, neden göndün ki? Gelme Yunus diye yaşattığım. Gelmeeee...


Hâmuşân'a dönüyor yolum yine, yeniden, bir ve bir kez daha. Bir sen varken bir de bir kez daha sen geliyorsun gönül yurduna. Ben hayalinle baş edemezken gelme Yunus diye yaşattığım. Dönme gönül yurduna. Sustur beni eskisi gibi ve Hâmuşân'a döndür beni. De ki: "Sus, Hâmuşân ol."

5 Aralık 2008 Cuma

Mutlu Bayramlar, Kutlu Kurbanlar...



Kapa gözlerini, sessizliği duyuyor musun gecenin karasında? Yum gözlerini, sesimi işitiyor musun karanlığın sükûtunda? Bayram geliyor ya hani, hani gülüyorsun ya şimdi… Ben de gülümsüyorum sevgili. Anlaşılmaz bir yalnızlığın ortasında yanımdayken sen, her şey benimle oluyor ve seninle oluyor her şey. Şey’ler bizimle oluyor biz adlarını veremezken. Şey demek isterdim sana, sana şey demek isterdim, sana o kadar çok şey söylemek isterdim ki sevgili…

Yoksun şimdi. Kilometrelerce yakınımda bir nefes kadar ve bir o kadar da uzağımda. Koyamadım sensizliği kefelere, seni sensizliğin içinden çıkarıp adını şey koyduğum şeylere… Şey, sevgili… Yanımda olsaydın keşke, kilometrelerce yanımda… Bir o kadar da yamacımda… Şey, sevgili…

Kimse bir şey anlamadı bu hiç sevmediğim sözcükle doldurduğum metnimden. Bir tek sen sevgili… Şey, sevgili… Gerekli her ne varsa ve gereksiz her ne yoksa, her şey bu “şey”in içinde. Şey, sevgili… Sana gerekli olan her şeyle ve gereksiz olan hiçbir şeyle seslenmek istemem sevgili. Sen benim için gerekli her “şey”sin ve gereksiz olmayan her “şey” sendedir sevgili…

Şey, sevgili… Bayram geliyor ya hani, hani İsmail kurban oluyor ya gökten koç inmezse… Kurban’ın kutlu olsun sevgili.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Güle Güle Efendim...





Gidişinin sükûnetinde, kara bir hanenin karanlık ve ıssız bir köşesinde, İskender diliyle… Destur…

Evim, ocağım, yurdumsun…

Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım… Anahtarını kaybettiğim günde düştüm yollarına derbeder sürgünlerin. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım… Kıble sabalarının halvetiyle açan yediverenim. Karanlıkların ardında uyandırmadan kimseleri, uyandırdın sevgimi; gecelerimi yıkadın, dolunaylara doldurdun.

Hasretim, hicranım, firkâtimsin…

Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Gecelerimin hakimi, gözyaşlarımın pınarı, Efendimsin. Sevilmeye şayeste dilberim, kuşkulardan arındırışmış günaydınım. Güzellik mushafının sermayesi; hayatım, ömrüm, varlığımsın…

Yaralım, bimarım, hastam…

Merhemine koştuğum, zehriyle düştüğüm. Beşeriyetimin ve acziyetimin pervasız ayinlerinde kurban olanım. Aşk sultanıma otağ, gam ordusuna karargâh, sadağımda zehirli peykânımsın gamzelerden; küplerinden köpüren pahalı şaraplara ödediğim pahasın ruh iklimlerinde. Uğrular elinde tutsak şehzâdem…

Çilem, acım, kaderim, gönlüm…

Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Rüyam, hayalim, hülyam… Sellere kaybettirdiler izini ilkin ve iz sürmeyi unutturdular bana. Ateşini külde sakladılar ve külü ateşe koydular.

Esenliğim, sevincim, neşem, Efendim…

Dön artık yurduna. Sana meskendir bu gönül, sana vatandır secdegâhım. Sultanımsın, sevdalımsın, gönül tahtımda oturan en yüce padişahımsın.

Gülüm, gülzârım, gülşenimde gül bakışlım…

Sensiz çiçekleri açmaz bu diyarın. Senin sesine vâbestedir rüzgârlarım. Düş, desen, düşer gözüme nakış misali işlediğin gözyaşlarım. Bir bakışına ve bir gülüşüne hayrandır yüreğime nakşettiğin kalp atışlarım.

Stanbulum, Bağdadım, Gülistân ile Bostânım…

Sensiz tadı yoktur şehirlerin. Şehirlerin içinde hapsolmuş tarihin sensiz tadı yoktur. Sâdi Bostân’ı ve Gülistân’ı bile laf dinletemez sevdama. Aşk laf dinlemez, gezinir, seni arar Mushaflar arasında.

Aşkım, sevdiğim, sevdalım, Sultânım…

Dünyam, âlemim, hayatım, ömrüm, varlığım, Efendimsin…

İskender Pala’nın “Kitâb-ı Aşk” adlı yapıtından eşsiz güzellikle bir senfoni… Biraz ondan, biraz bizden… Üstadın engin hoşgörüsüne sığınarak…

AŞK'A ŞİİR AŞK'A SEMA