
“Yâ Rab! Belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni”
Gül kokusunu alamadı Mecnun. Daha nice kokular vardı âlemde oysa. Mecnun’un kokusu aşkta saklıydı. Gökyüzünde sürü halinde kanat çırpan umutların gagasındaydı aşkın kokusu. Kaderin kaleminden dökülen, dillenen, isimlenen milyon yıllık uzaklardan gelen kokular… Mühürlü bir gölgenin kubbesinden uzaklara kadar gelmiş zümrüt yeşili kokular… Gökte aşkın hiç sönmeyen billur bir avizesi ve aşk damıtan koskoca bir evren… Bütün kokular aşka çıkarken, bütün adımlar aşkla atılırken, her yol aşka, her yokuş aşka uzanırken nasıl başka bir koku alabilirdi Mecnun?
Kara donlu Kabe’ye getirdiler Mecnun’u… Dilinde Leyla, zihninde Leyla, gözünde Leyla ve yine Leyla… Baktığı her yerde, uyuduğu yerde, uyandığı yerde hep Leyla… Yediği ekmekte, içtiği suda, içine çektiği kokuda hep Leyla, yine Leyla, yeniden Leyla…
“Leyla” dedi Mecnun, bir çöl mâteminde. “Beni buralara senin aşkından kurtulmam için getirdiler. Habib’in mezarına, Allah’ın kapısına yüz sürüp senden vazgeçmem için getirdiler. Gidemem Leyla. Geçemem Leyla. Gittiğim her yerde bana bir nefes kadar yakınken, her nefeste burcu burcu seni içime solurken, senden geçemem Leyla…”
Kara donlu Kabe’ye yüz sürdü Mecnun. Dilinde Leyla’sı… Tavaf kılıp Kabe’yi, semâya el kaldırdı Mecnun. Burnunda aşkın kokusu… Kabul olundu duası Mecnun’un. Aşkın belası Mecnun’un üzerineydi artık. Bir an bile olsun, aşkın belası ondan uzak olmayacak, aşkın kokusu onsuz kalmayacaktı. Belâ-yı aşk ile âşina kılındı Mecnun… Dilinde Leyla, zihninde Leyla, baktığı yerde yine, yeniden, hep Leyla…
O gün bu gündür Leylalar eksik olmadı yaşamımızdan. Âşıklar kendilerini hep Mecnun bildiler. Sevdiklerine “Leyla” deyip şiirler dizdiler. Oysa eksik olan bir şey vardı, eski Leyla’dan eksik kalan. Leyla’nın kokusu unutulmuştu âlemde. Aşkın kokusuydu bu eksik kalan sinelerimizde. O koku unutulunca aşk denen şey, zehirli bir sarmaşığın saçaklarına dolanıp kaldı. Adına “aldatma” dediler. Adına “ayrılık” dediler. Adına daha pek çok şey dediler. Oysa adı “KOKU”ydu onun. Aşkın kokusuydu. Leyla’nın kokusuydu. Onun kokusu gitti. Âlem aşkın sahtesiyle boğulup gitti…
Ehl-i aşk’tan kim kaldı toprağın üstünde? Ses verecek yok mu “Ben, ehl-i aşk’tanım.” diye. Ses verecek yok mu “Leylâ’nın kokusu bende saklıdır.” diye. Boşunadır çırpınışlarım, bencileyin bir güle vurgun bülbül… Tıpkı Leylâ gibi zahir âlemde, güller de kokmaz oldu. Ses verecek yok mu? “Gül kokusu gönlümdedir.” diye bana feryad edecek yok mu?
Sevgili! Seslenişlerin bir kokudur gönlüme esip gelen. Adı konmamış bir yaşanmışlığın içinden sıyrılıyor dertlerim. Gelişine kurban bir gülümseyişi bekliyorum şimdi. Ehl-i aşk’tan bir parça varsa içinde, ses ver seslenişlerime. Leyla’nın kokusu bende saklıdır dersen, gülüşlerini gönder eksik bırakılmış sineme.
Sevgili! Asırlardır kokusuna hasret kaldığım sevgili. Kokunu duyur bana ki adını koyayım hasretimin. Kokunu duyur ki Leyla mahpus kalmasın şiirlerin içinde. Sevgili! Leyla'nın kokusuyla gelen sevgili! Sevgili..!